Evet, kahramanımız engin hayal gücünü sadece on yıl önce yazdığı Efendi kitabında değil, Sözcü Gazetesinde ve sahibi olduğu OdaTV sitesinde yayımlanan günlük makalelerinde de kullanmaktadır.
Bunun en son örneğini, baştaki adreste yer alan,19 Ekim tarihli Sözcü Gazetesindeki “CHP’ye hayırlı olsun” başlıklı makalesinde görüyoruz.
Makalede, 17 Ekim tarihli Yeni Asya Gazetesinde manşette yer alan “Said Nursi uyarmıştı” başlıklı fabrikasyon haber(!) üzerine CHP’yi eleştirirken, doğrudan Said Nursi’yi hedef alıp, gerçeklerden uzak, hayal gücüne dayalı bir takım iddialarda bulunmuştur.
Yeni Asya’nın haberine fabrikasyon dememin sebebi; Muhabirin sorusuna geçmişte PKK’lıların avukatlığını yapmış, CHP’li Sezgin Tanrıkulu'nun verdiği cevap; ortaya söylenmiş, Said Nursi’nin adının geçmediği politik bir laf olmasına rağmen; gazete bunu alıp, solcu-Kürtçü bir adamı ve de Said Nursi’ye yapmadık zulüm bırakmamış, din karşıtı, lȃikliğin simgesi durumundaki CHP’yi parlatırcasına pembe bir tablo ile okuyucusuna yansıtmış olmasıdır..
Bizim hayalperest yazarımız işte bu abartılı haberi ciddiye alıp, CHP’yi eleştirmek bahanesi ile Said Nursi’ye olmadık iftiralarda bulunmuş..
Peki, haberin sahibi olan gazete buna karşı ne yapmış?
Ayrıca, sayısız internet sitesi de yer verdi..
***
Said Nursi'yi siyasî polemik mevzuu yapmanın ne derece yanlış olduğunun muhasebesi yerine (belki farkında olmayarak) CHP'yi parlatma yolunu seçmişler.
Evet aynen şöyle diyor: "CHP’nin milletle barışmasının yolu Said Nursî ile de barışmasından geçiyor. Bu noktada Sezgin Tanrıkulu’nun yaklaşımı son derece olumlu"
Gelelim kahramanımızın söz konusu iddialarına:
Evet, Soner Yalçın, Said Nursi’yi kastederek diyor ki; “Hakkında hep efsane anlatılıyor. Ben gerçekleri yazayım.” (Görelim bakalım efsane olan neymiş. r.k.)
(1) "Hangi yıl doğduğu kesin değil; 1870'li yıllar diyelim..."
(Said Nursî’nin Rumî 1293, Miladî 1878 yılında doğduğu kesindir)
(2) "Eğitimine Molla Muhammet Emin medresesinde
başladı. Çok sürmedi; kavga sonucu kovuldu. Ağabeyi
Molla Abdullah'tan ders aldı. Ağabeyiyle kavga etti; ayrıldı. Şeyh
Nur Muhammet'in yanına gitti; nedeni bilinmeyen bir sebeple atıldı. Bu
arada… Gadya Köyü'nde arkadaşı Molla Muhammet'i bıçaklayıp kaçtı..."
(1890’lı yıllara ait çocukluk dönemini, tam da tarihçi Prof. Hakan Erdem’in dediği gibi, hayal gücünü kullanarak, sanki gözünün önünde cereyan etmiş gibi anlatıyor)
(3) "Gittiği
Doğu Beyazıt'ta üç aylık ders sonunda Şeyh
Muhammet Celali'den “icazet” aldığı
söylense de bu doğru değildi..."
(Onbeş
yaşlarında Doğu Beyazıt’ta Şeyh Muhammed Celalî Efendi'den
icazet aldığı söylenti değil gerçektir.)
Esasen, Said Nursi'nin eğitiminin üç ay gibi kısa bir süre olduğu bilgisi doğru değildir.
Kendisi dokuz yaşlarında eğitim için evden çıkmış ve kısa süreli kesintilerle bu eğitim, muhtelif medreselerde, değişik hocalardan ders almak ya da pek çok kitap okuyarak kendi kendine eğitim şeklinde, 14-15 yaşlarına kadar sürmüştür.
Üç ay kaldığı Doğu Bayezid en son durak ve icazet -hocalık diploması- aldığı medresedir)
(4) "Bitlis'e
döndü; ancak vali Şerif Rauf Paşa tarafından şehirde “fitne
fesat çıkardığı” gerekçesiyle Şirvan'a sürüldü. Burada ilk
kez bir öğrencisi oldu; Molla Cumhur. Yine nedeni bilinmeyen bir kavga
sonucu Cumhur yaralandı. O, önce
Tillo'ya sonra Cizre'ye gitti. Miran Aşireti'ne sığındı."
(Aynı şekilde,
çarpıtma ve hayal ürünü senaryolar)
(5) "Sözüm
ona ulema
bulunmadığı için Van'a davet edildi. “Ulema
yok” dedikleri Van'da meşhur din adamı Abdülhakim Arvasi yaşıyordu!"
(Ulema
bulunmadığı için değil, çok genç yaşına rağmen mevcut ulema arasında fikirleri
ile dikkat çekmesi ve öne çıkması üzerine Van’a davet edilmiştir. Abdülhakim
Arvasi, Van merkezde değil, o tarihlerde ulaşımı çok güç olan Başkale’de
ikamet ediyordu. Ayrıca, Said Nursi, Arvasi gibi klasik medrese hocalarından farklı olarak, güncel meseleler üzerine kafa yoran, fikir üreten biri idi. Vali, Arvasi Hoca ile neyi tartışacaktı?)
(6) "Resmi
tarihlerine göre, konağında kaldığı Tahir Paşa'yla “ilmi
münakaşa” yaptı; İran'a geçip silahlanmaya başlayınca
Tahir Paşa korkup af diledi; barıştılar!"
(7) "Bir süre
sonra İstanbul'a geldi. Amacı, II. Abdülhamit ile görüşmekti. Saray'dan
kabul beklerken ne oldu dersiniz; tımarhaneye atıldı!
Bitmedi…
... Meşrutiyet
ilan edilip af çıkınca tımarhaneden kurtuldu."
(Tımarhane dediği, o zamanki adıyla “Toptaşı
bimarhanesi” yani bugünkü Bakırköy Hastanesinin ilk teşekkülü..
Hastaneye doktor raporu ile girilir ve yine
doktor raporu ile çıkılır. Afla ilgisi yok, orası cezaevi değildi.
Ortada bir
suç yok ki af söz konusu olsun. Yapılan iş baskıcı bir yönetimin idari
tasarrufu idi.
İlginçtir; Abdülhamid dönemindeki baskıcı rejime başkaldıran Namık
Kemalleri kahramanlaştıran sol kesim, sıra Said Nursi’ye gelince tam tersi bir tavır sergilemektedirler..
(8) "Hemen… İttihat
ve Terakki saflarına katıldı."
(Said Nursi,
Meşrutiyeti destekledi fakat İttihatçıların yanlışlarını da eleştirmekten geri
kalmadı, saflarına katıldığı doğru değil)
(9) "Çok sürmedi;
İttihatçıların rakibi İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'ne
katıldı; Ayasofya'daki gösterilerinde bulundu. 31 Mart gerici
ayaklanmasına katıldığı gerekçesiyle arandı; İzmir'de yakalandı.
23 günlük tutukluluktan sonra salıverildi; çünkü duruşmada nasıl keskin bir
İttihatçı olduğunu anlattı."
(31 Martta yakalandığı yer
İzmir değil, İzmit’tir. Bu iki şehrin birbirine uzaklığı ne ise, makalede
anlatılanların gerçeklerden uzaklığı da odur.
Sıkıyönetim Mahkemesinde
yaptığı savunma, “Divan- Harbi Örfi” adında bir kitapçıkta yayımlanmıştır.
Senaristimiz o kitapçığı okumuş olsa idi iddialarının gerçekle ilgisi
olmadığını görürdü. Ayrıca hem İttihatçıların saflarına katıldı diyor hem de
çok sürmedi İttihatçıların rakibi İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'ne katıldı diyor.
Yazar Efendinin,
Said Nursi'yi okumadığı gibi İttihat Terakki hakkında da yeterince bilgiye sahip
olmadığı anlaşılıyor. Çünkü İttihatçıların, silah üzerine yemin ederek teşkilata
katıldığını ve öyle canı istediğinde ayrılamayacağını bilmiyor)
(10) "Askerlerin
onayıyla kitap yazdı; Kürt derneklerine katıldı. İttihatçıların verdiği
kimlikle Doğu'da propaganda gezileri
yaptı."
(Hangi onayla
hangi kitabı yazmış? Hangi Kürt
Derneğine katılmış?
Doğuda
propaganda gezisi dediği ise; aşiretlere Meşrutiyeti anlatarak, onların devlete başkaldırmalarının önüne geçmiştir. Bu husustaki
fikirlerini, “Münazarat” adında bir kitapta neşretmiş olup, bölge sorunları dair dikkate alınması gereken önemli görüşler içermektedir)
(11) "I.
Dünya Savaşı başladığında Pasinler'de 300 Kürt'ün milis komutanlığını yaptı.
Kanlı Ermeni
tehcirinde neler yaptığının yazılmasını istemedi!"
(Yine uydurma
bir iddia. Ermeni tehcirinde yanlış bir şey yapmadı.. Tersine, Ermeni kadın ve
çocukların can güvenliğini sağlayarak, Ermenilere insanlık dersi verdi ve
karşılığında onların da Müslüman kadın ve çocukları öldürmekten vazgeçmelerini
sağladı.
(12) "Ruslardan
kaçarken ayağını kırdı; ve haber gönderdiği Ruslara
Bitlis'te teslim oldu. Vücudunda dört kurşun olduğu yalandı. Tıpkı dört
duvarlarla çevrili Rusya'daki esir kampından firar ettiği yalanı
gibi! Doğrusu, Brest Litovsk Antlaşması'yla teslim edildi."
(Senarist
arkadaş, herhalde bunları aynaya bakarak yazmış. Düpedüz yalan söylemiş;
Bir
defa kaçarken değil, savaşırken..
Vücudunda dört kurşun olduğunu kim uydurmuş?
Brest Litovsk
Antlaşması, Rusların Almanlarla yaptığı barış anlaşmasıdır. Fakat öyle bir
ifade kullanmış ki, bilmeyen de sanki Ruslar ellerindeki esirleri salimen teslim
etmiş sanır. Oysa, 1.harpte Ruslara esir düşen Osmanlı askerlerinin çoğu
hastalık ve açlıktan ölmüş, birçoğu oralarda kalmış, yarıdan azı vatana
dönebilmiştir.
Bediüzzaman da teslim edilerek değil, kaçarak yurda dönmüştür.
(13) "Savaş
bitip, savaş suçları mahkemesi kurulunca İttihatçılara düşman
oldu. Şaşırtıcı değildi; yaşamı boyunca devlet otoritesi karşısında her
daim kaypak bir taktik yürüttü."
(Sadece
bilgisizce değil, ahlȃksızca! bir iftira..
Tam tersi; Said Nursi, hayatı boyunca
her devirde, haksızlıklar karşısında otoriteye boğun eğmemiş, net bir tavırla
mücadele etmiştir. Bunu anlamak için; ömür boyu maruz kaldığı sürgünler, mahkemeler ve cezaevleri yeterlidir.. )
(14) "Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı'nı kazanınca 17 Kasım
1922'de Ankara'ya gitti. Selahattin Eyyubi'ye benzettiği Mustafa Kemal'e “hilafeti
siz devralın” önerisinde bulundu."
(Said Nursi, milli mücadele hareketini kazanılınca değil, baştanberi desteklemiştir. Yanlış bir tavrı olmamıştır.)
(15) "Ankara
onun her devrin adamı olduğunu anlayarak yüz vermedi.
Beş ay sonra Gebze trenine binip gitti.
İstanbul'daki
bir yıl üç ayı kayıptı; ne yaptığı hiç açığa çıkmadı. Sadece, Kürt Azadi örgütü
çalışmalarına katıldığı biliniyor. Teşkilat çalışmaları için 1924'te Erzurum'a,
Van'a gitti.
Şeyh Said isyanına katılıp katılmadığı ortaya
çıkarılamadı.
Kürt örgütüne üyeliği nedeniyle sürgüne gönderildi"
(Peşpeşe sıralanmış kuyruklu yalanlar. Her
devrin adamı olduğu iddiası, yukarıda belirtildiği gibi, çirkin bir iftiradır.
Yazar Efendi, Said Nursi’nin Kürtçülük
hareketlerine kesinlikle karşı çıktığından habersiz olduğu gibi; M.Kemal’in,
Said Nursi’nin talebi üzerine, Van’da bir üniversite kurulması için 1.Mecliste
verilen kanun teklifine imza attığından da habersiz..
Ayrıca, hangi Kürt örgütüne üye imiş? Yalanın bu kadarı
da çok fazla!)
(16) "Burdur'da
ilk görüştüğü kişi Binbaşı Asım oldu; ve
yakın çevresinde sürekli -Albay Hulusi Yahyagil ve Yüzbaşı İ.
Hakkı Bayraktaroğlu gibi- subaylar bulunacaktı.
(Isparta'daki Tugay Komutanlığı'na yapılacak caminin temel atma törenine bile
davet edilecekti.)
Çevresini hep büyüttü. Örneğin…
Yargılandığı
Denizli Mahkemesi'nin Ağır Ceza Reisi Ali Rıza Balaban 1907'den beri
müridiydi! Mahkemenin diğer üyesi Hesna Şener, müritlerinden Ali İhsan Tola'nın
akrabasıydı. Tabii ki beraat etti!..
(Said Nursi, tarikat şeyhi
değildi ki, müridi olsun..
O bir Hoca idi. Hocanın
talebesi olur. Değişik mesleklere mensup insanların onun fikirlerine ve
eserlerine sempati duyması eleştiri değil, takdir konusu olmalı..
Ayrıca o, sadece Denizli
Mahkemesinden değil, yargılandığı birçok mahkemeden beraat kararı almıştır.
Çünkü ortada suç unsuru olacak bir şey yoktur. Eskişehir gibi bazı yerlerden
aldığı basit cezalar ise zorlama sonucu verilen kararlardır)
(17) "Atatürk vefat edince “insaflı CHP'liler”den saydığı İsmet İnönü'ye yaklaşmak istedi. Umduğunu bulamadı. İktidara gelen DP ile de ilişkileri bir iyi bir kötü oldu."
(Saçma bir
iddia! İnönü döneminde sürgünden sürgüne, mahkemeden mahkemeye sevkedilmiştir
(Kastamonu-Denizli-Afyon-Emirdağ vs.).
İnönü’nün insaflı olduğunu ve Said
Nursi’nin ona yaklaşmak istediğini kim söylemiş, bunun kanıtı nedir?
Said Nursî,
Abdülhamt’ten M.Kemal, C.Bayar ve rahmetli Menderes’e kadar tüm liderlere,
mektuplar yazarak uyarılarda bulunmuş, hatta CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a
dahi samimi düşüncelerini ihtiva eden mektup yazdığı görülmektedir.
Yazar
efendi, herhalde onun din ve millet için yaptığı bu girişimlerini
çarpıtmaktadır.
(18) "II. Dünya Savaşı'nda Hitler'i
destekledi; kazanması için dua etti."
(Bu iddia, daha
önce, ateist yazar Ayşe Hür tarafından da ileri sürülmüştü.
O mektupta, cereyan
eden savaşla ilgili analiz yapılarak; devlet ismi verilmeden, Almanya’nın Rusya ve İngiltere karşısındaki
tutumu ve başarısından olumlu şekilde bahsedilmektedir.
Buradan
hareketle onun Hitler’i desteklediği ve kazanması için dua ettiği hükmünü
çıkarmak doğru değil. Çünkü, o analiz
konjoktüreldir.
1- O tarihte, Hitler’in gerçek yüzü ortaya
çıkmamış; yani, canavar yüzünü henüz göstermiş değildir.
Ayni şekilde; Musolini’nin
de faşistliği, en azından İtalya dışında, henüz tescil edilmiş olmayıp; Vatikan
kanalıyla sanki Hz İsa’nın dinini temsil ediyor pozisyonundadır
2- Almanya, o yıllarda, başta sömürgeci İngiltere’nin
ve zalim Stalin’in Sovyet Rusya’sının karşısında suret-i haktan görülmektedir.
3- İngilizlerin ve Rusların zulmü altında bulunan
İslȃm dünyasının çok büyük kısmı, Almanya’yı adeta kurtarıcı gibi görmektedir.
4- Savaşın ilk yıllarında, Almanların mutlak
üstünlüğü, hep öyle devam edecek gibi görülmektedir.
5- Oysa, ilerleyen yıllarda, Almanya cephedeki
üstünlüğünü yitirdiği gibi, geçen zaman
içerisinde Nazilerin, zulüm ve fenalıkta sömürgeci İngiliz'den ve Komünist Stalin'den geri kalmadığı
görülmüştür.
Netice
itibariyle; Kastamonu Lȃhikasında o tarihte yapılan o analizin isabetli
olmaması Said Nursî için bir nakise değil, o günlerde cereyan eden hadiselerin
tesiriyle yapılmış bir tahlildir..
Sosyolojik hadiselerin tahlilinde, büyük alimlerde de bazen hasbel beşer yanılgı olabilir.. Yanılmazlık, ancak Allah'a mahsus bir sıfattır..
Bu noktada; yayıncıların o gibi konjoktürel bahisleri şerh düşmeden, açıklama yapmadan okuyucuya sunmaması gerekir. O tür bahislerin aynen neşrinde, muarızların eline koz vermekten başka bir yarar olmadığı açıktır.
Kanaatimce, bu eserleri
okuyan Said Nursî bağlıları/Risale-i Nur talebeleri, herhangi bir sorgulama yapmadan okudukları için, muarızların gördüğü noktaları görememektedirler.
Bu durumda, bu tür eleştirilerin önüne geçilemeyeceği gibi, külliyatın tümü göz
önüne alındığında, önemsiz kalan böyle meseleler yüzünden, çok mühim olan bahislere de şüphe nazarı ile bakılmasına yol açılmaktadır.
Bu noktada gerekli açıklama ve tashihler için, naşirlere önemli görev düşmektedir.
(19) "Kazanan
ABD'nin yanında yer aldı. Ortak düşmanları aynıydı çünkü; solcular!
Bu nedenle… Vatikan'la
bile 1951'de ilişkiye geçti; mektup yazdı. Fener'deki Rum Ortodoks
Patrikhanesi'ni ziyaret etti.
CENTO'yu,
NATO'yu destekledi. Kore'ye asker gönderilmesini savundu. “Dinsiz
solculara karşı dindar Hıristiyanlar” ile işbirliğinden
yanaydı. Karmaşık ilişkiler kurdu. Örneğin… Denizli'de zirai ilaçlama
yapan ABD'li pilot Taylor ile
sık sık görüşüyorlardı. Hedefleri aynıydı; solcular!"
(Karmaşık
ilişkiler kurduğu iddiası tamamen zırvadır. Denizli’de hapiste idi, Amerikalı
bir pilotla sık sık görüştüğü iddiası inandırıcı değil. Hapiste olan ve
dışarıda olduğunda da sürekli polis takibinde olan bir kişi Amerikalı bir pilotla
hem de sık sık nasıl görüşebilir?
Bu hadisenin
aslı astarı nedir, doğrusu belli değil..
Elbette, Said Nursi’nin
Komünizme karşı olmasını bir solcunun hazmetmesi beklenemez.
Stalin’in
katlettiği milyonlarca mazlumun ahı, bu gibi solcu yobazların utanması için herhalde
yeterli olur)
(20) "Öyle
bir masal yazılıyor ki, kimileri inanıveriyor. Hakan Yalman adındaki
müridi, “Quantum Fiziği ve Bediüzzaman- Gecikmiş Bir
Nobel Talebi” diye kitap bile yazdı!"
(Said Nursinin
müridi olmadığı yukarıda ifade edilmişti. Birilerinin yazdığı kitap onu
bağlamaz.)
Esasen; Said Nursi'nin dini ilimler yanında, gençlik döneminde müspet ilimlerle de meşgul olduğu biliniyor. Fakat, ne Risale-i Nur eserleri ne de bir başka dinî eser, fen kitabı değildir.
Dinî eserlerde fen konuları genel hatları ile ve kȃinatın sanatkȃrının sanatı olma yönüyle yer alabilir, o durumda faydalı da olabilir.
Fakat, fennî teori ve bilgilere din kitaplarında yer verilmesi doğru değildir. Çünkü o teori ve bilgiler o gün için doğru olsa bile, zaman içinde değişebilir, çürütülebilir veya aksi ispat edilebilir. O durumda insanların, aynı eserlerdeki mutlak doğrular hakkında dahi şüpheye düşmesine sebep olur.
Bu noktayı dikkate almak gerekir.
(21) "Nobel'e aday gösterilen bu kişi; 346
kişinin öldüğü 1943'teki Adapazarı depreminin, şehirdeki kızlı erkekli oynanan
tiyatrodan kaynaklandığını söyledi! Kadınlar hakkında yazdıklarından hiç
bahsetmeyeyim."
(Said Nursi, kadınlar hakkında kötü bir şey
yazmamıştır. Kadın veya erkek ahlȃksızlık yapanlar hakkında bazı şeyler
yazmıştır.
Onun eserlerindeki depremle ilgili bahisler
için yapılan tenkitleri de yukarıda Hitler için yapılan tenkitlere paralel
değerlendirmelidir.
Deprem gibi afetlere bakış açısını
irdelemek gerekirse; materyalist birinin bakışı, bu gibi hadiselerin tamamen
fiziki ve doğal olduğu; tümüyle tesadüfe bağlı cereyan ettiği yönündedir.
Bazı dindar ve muhafazakȃrlara göre ise bu gibi
hadiseler, insanların günahları ve isyanları sebebiyle Allah’ın onları ikazı ve
cezalandırmasıdır.*
Bir değerlendirme:
Kanaatimce, bu bakış açılarının biri tefrit, diğeri ifrattır.
Çünkü materyalistler, kȃinatı sahipsiz
varsayıp, cereyan eden hadiselerin kendi kendine tesadüfen meydana geldiğine
inanırken; muhafazakȃrlar ise sanki kendileri imtihandan muafmış gibi,
kendilerini tribündeki seyirci yerine koyup, depremleri Allah’ın diğer
insanları ikaz ve cezalandırması gibi görmektedirler.
Şayet dindar bir kişi, kendisi dahil, herkesi kastederek; “Allah
bizi ikaz ediyor” demiş olsa; ‘teslimiyettir!’
der, saygı duyarız, ama “Allah şunları ikaz etti, cezalandırdı” gibi hakem rolü
üstlenip, Allah adına konuşması cüretkȃrlıktır, teslimiyetle ilgisi
yoktur.
Menkıbe olarak anlatıldığına göre; Hz. Ömer zamanında
meydana gelen bir deprem üzerine koca halife, “deprem şu şu sebeple olur, ben
tövbe ediyorum siz de tövbe edin” demiş.. Yani kendini hariç tutmamış.. İşte
teslimiyet budur..
Said Nursî gibi (Mevlȃna, İbni Arabi, İmam Gazali vs.) velî (Allah dostu) olan kişiler; hangi şartlar ve duygular altında, ne maksatla ve hangi makamda söylendiğini bilemediğimiz bazı şeyler söylemiş olabilirler..
Söylediklerinin mes'uliyeti kendilerine aittir. O noktada bizim o sözlerin zahirine bakarak onları yargılamamız doğru olmadığı gibi, onları taklit ederek aynı şeyleri söylememiz de doğru olmaz..
Onlar o sözlerinden masum olabilirler. Fakat, elifi görse mertek
sanan bir kısım kişilerin, ortaya çıkıp aynı mertebedeymiş gibi ahkȃm kesmeleri ifrattan
öte haddi aşmak olur..
Kaldı ki, depremlerle ilgili istatistiklerden
bîhaber verilen hükümler bilgisizlik göstergesi olmaktan öteye geçmez..
Kısacası, Said Nursi’ye yapılan bu tür
eleştirilerin önünü kesecek tashih görevi naşirlere düşmektedir..
(22) "Nurcu Yeni Asya gazetesi muhabiri, bir panele katılan CHP
Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve HDP Milletvekili Mithat
Sancar'a Said Nursi'yi sordu. (Aynı soru AKP'li Ensarioğlu'na da sorulmuş ve Said Nursi için müspet şeyler söylemiş ama yazar o kısmı görmemiş)
Yeni Asya'nın manşetinde yer
alan habere göre; HDP'li
Mithat Sancar, Said Nursi sorusuna cevap vermezken, CHP
Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu şöyle dedi:
“Birçok aktör var, alim var.
Doğru zamanda doğru şeyler söylemiş birçok alim var. Bunların
birikimlerinden yapıcı bir biçimde yararlanmak lazım. Yol
gösterici olması bakımından bu önemli bir husus.”
(Görüldüğü gibi, CHP'li şahsın cevabında Said Nursi adı geçmiyor. Sorulan soruya, suya sabuna dokunmayan türden, politik bir cevap veriyor.
Fakat bu sıradan sözler dahi, sol kesimce hazmedilemiyor ve bu vesile ile Said Nursi aleyhine olmadık iftira ve karalamalar yapılıyor.)
Netice-i kelȃm: Said Nursi gibi alimler, taraftarlarınca siyasî polemik konusu yapılmamalı; şahısları değil, eserleri ön plȃna çıkarılmalı ki, İslȃm karşıtlarına fırsat verilmiş olmasın.
Herhangi bir şekilde onlara karşı iftiralar atılmasına sebep olunur ise, buna sebep olanların o iftiralara karşı gereken cevabı vermesi gerekir.
Yeni Asya camiasında eli kalem tutan, bu konularda bilgi sahibi insanlar mevcuttur.
Said Nursi aleyhinde medyada yer alan olumsuz yazılara, sadece Müfit Yüksel'in beyanatıyla yetinmeyip, etraflı şekilde cevap vermeleri beklenir..
Önemli Not:
CHP'nin Said Nursi ile barışması, eşyanın tabiatına zıttır. Böyle birşeyi beklemek, olmayacak duaya amin demek gibidir.
Bunun olabilmesi için, ilk önce kurucu liderlerinin ilkelerinden vazgeçmeleri, altı oku değiştirmeleri gerekir..
CHP demek, M.Kemal demektir. CHP var oldukça bu durum değişmez. Aksini beklemek, temenni etmek abesle iştigaldir.
M.Kemal'e ve S.Nursi'ye (yani onların fikirlerine, felsefelerine, dünya görüşlerine) aynı anda olumlu bakmak; zıtların tevhidi gibi mantıken mümkün olmayan bir husustur.